22 Mart 2021
Lüleburgaz Kadın Platformu (LÜKAP), Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararıyla ilgili basın açıklaması yaptı. Kongre Meydanında gerçekleştirilen açıklamaya, Belediye Başkanımız Dr. Murat Gerenli, Belediye Başkan Yardımcımız Leyla Güncer, LÜKAP üyeleri ve vatandaşlar da katıldı.
LÜKAP’tan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bir gece yarısı operasyonu ile Türkiye Cumhuriyeti’nin İstanbul sözleşmesinden çekilme kararı gündemimize ateş̧ topu gibi duştü, kadına yönelen şiddet mağdurlarının ve ailelerinin yüreğine ateş̧ duştü. Gerekçe olarak; Sözleşmenin kadına şiddetin artmasına neden olduğu, aile yapısını bozduğu, dış̧ güçler eliyle Türkiye’ye dayatıldığı iddiaları gösterildi. Turlü propagandalar üretildi, toplum-aile değerleri üzerinden manevi değerler manipüle edilerek sahte bir kamuoyu oluşturuldu.
Bu iddialara cevap vermek, aydınlığa kavuşturmak, gerçekleri konuşmak hepimizin kadınlara borcudur.
•Öncelikle, 11 Mayıs 2011’de imzaya açılarak İstanbul Sözleşmesi olarak anılan Kadınlara Yönelik Şiddet,Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ konusunda hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge niteliğindedir, ortada kadınlar için kazanılmış bir hak vardır.
•İstanbul Sözleşmesi “toplumsal cinsiyet” kavramının tanımını yapan ve toplumun, kişilere, cinsiyete dayalı olarak biçtiği rollerin varlığına ve kadınlara yönelik yapısal şiddete dikkati çeken yazılı metindir. Taraf devletlere, eşitlik ilkesine bağlı kalarak, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak politikaların geliştirilmesi gerektiğini hatırlatan bir resmi belgedir.
•Sözleşme belirli periyotlarla sözleşme karşıtlarının ortaya attığı, komplo teorisine varan iddialarla gündeme defalarca gelmiştir. Konunun sosyal medyaya yansıma biçimine ilişkin Vircon’un yayınladığı veriler dikkate değer. Sözleşme karşıtı paylaşımların bot içerik oranı yüzde 27,36 iken, sözleşmenin desteklendiği paylaşımlarda bu oran yüzde 6,62. Paylaşım yapan sözleşme karşıtı ve destekçilerinin bölgesel dağılımındaki farklılık ise tanıdık ve tahmin edilebilir.
•Sözleşme geleneksel aile yapısını bozuyor dediler.
Sözleşmede ‘aile’nin bir tanımı yapılmadığı gibi, belli bir aile formu veya ortamını teşvik eden bir düzenleme de bulunmamakla birlikte ,evli olsun ya da olmasın, şiddet gören her kadının yararlanabilmesi için, ev içinde veya kamusal alanda, kadına yönelik fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik her türlü şiddeti kapsamaktadır.
•Sözleşme eşcinselliği özendiriyor, LGBTİ+ evlilikleri teşvik ediyor dediler.
Cinsel yönelim ifadesinin bulunduğu madde ile taraf devletlere sözleşmedeki hükümleri eşitlik ilkesini gözeterek ve hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın uygulama görevi veren; doğal olarak buna ev içi şiddet mağduru kişinin haklarının cinsel yönelim farkı gözetmeksizin korunmasını dahil edilmiştir. “eşcinselliği özendiren” herhangi bir ibare bulunmamaktadır.Ülkemizde eşcinsel birlikteliklerin evlilik veya sivil partnerlikle tanınmasını sağlayan bir düzenleme yoktur.
•Sözleşme imzalandığından bu yana evlilik sayıları azaldı, boşanmalar arttı dediler.
TÜİK’in, sözleşmenin yürürlüğe konduğu 2014 yılını ve sonrasını da kapsayan raporda açıkladığı evlenme ve boşanma sayılarına ve oranlarına baktığımızda, sözleşmeden bağımsız, belirli bir örüntü olduğu görülüyor. Oranların değişiminde rol oynayan sosyal, ekonomik ve politik birçok neden bulunmakta. Evlilik yaşının ilerlemesi, aile başına çocuk sayısının düşmesi, boşanma oranlarının artması gibi değişikliklere, belli bir sözleşme değil, ülkedeki toplumsal, ekonomik ve sosyal değişim neden olmaktadır. Eğitsel ve ekonomik başlıkların üzerinde durmak herkesin yararınadır.
•Sözleşme imzalandığından bu yana kadın cinayetleri arttığından, sözleşmenin kadınları korumakta yetersiz kaldığından söz ediyorlar.
Salt verilere bakıldığında 2011 yılından bu yana kayıtlara geçen kadın cinayeti sayılarının arttığı söylenebilir. Ancak bu veriyi yanlı okumak, yanıltıcı sonuçlara varmaya neden olmaktadır. Türkiye’de kadın hakları mücadelesinin ve İstanbul Sözleşmesi gibi bağlayıcı metinlerin de varlığıyla, ev içi şiddetin daha görünür olduğu, konu etrafında güçlü bir kamuoyu oluştuğu vakidir. Cinayet vakalarındaki artışın ardındaki politik ve sosyolojik nedenleri de dikkate almadan, bir sözleşmenin imzalanması ile sayılardaki artış arasında nedensellik kurmak, gerçekçi bir çıkarım olmaktan uzaktır. Taraf devletlere yüklenen pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği bir senaryoda, kadına yönelik artan şiddetin sorumlusu olarak sözleşmeyi göstermek doğru bir yaklaşım değildir.
•Sözleşme “dış güçler” tarafından hazırlanıp Türkiye’ye dayatıldı diyorlar.
Sözleşmeyi imzalayıp onaylayan ilk ülke olan Türkiye, sözleşme metninin hazırlanmasında ve imzaya açılmasında etkin rol oynamıştır. Sözleşmenin imzalandığı dönemde Avrupa Konseyi’nde Türkiye’den iki isim vardı. Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığını Ahmet Davutoğlu üstlenirken, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığına ise Mevlüt Çavuşoğlu seçildi. Meclisin Kadın ve Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanlığında Gülsün Bilgehan yer alırken, sözleşmeyi kaleme alan sekiz kişilik komitede de Türk akademisyen Feride Acar vardı. Sözleşme mecliste oybirliği ile kabul edildi ve Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'ni onaylayan ilk ülke oldu.
•Sözleşme her durumda kadının beyanını esas alarak, erkekleri mağdur ediyor dediler.
Sözleşme gereği yürürlüğe giren 6284 sayılı kanun kadının beyanı hüküm tesis etmek için değil, tedbir uygulamak için esas alınmaktadır. Yargılama esnasında masumiyet karinesi geçerliliğini sürdürmektedir. “Kadının beyanı esastır” demek, şiddet tehdidi altında olduğunu beyan eden kadının, ilave delil aramaksızın koruma mekanizmalarına dahil edilmesi anlamına gelmektedir.
•Sözleşme kadına süresiz nafaka hakkı verip erkekleri mağdur ediyor dediler.
İstanbul Sözleşmesi’nde nafakaya ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Yoksulluk nafakasına ilişkin hüküm Medeni Kanun’un 175. Maddesinde düzenlenmiş, özel olarak kadınlara tanınmış bir hak değildir, erkek için de şartların sağlaması koşuluyla yoksulluk nafakasına hükmedilebilir.
•Toplumun geneli sözleşmeden çekilmeyi talep ediyor algısı oluşturdular.
Konda’nın araştırma raporunda, çoğunluğun böyle bir talebi olmadığı görülebiliyor. Rapora göre Türkiye’nin sözleşmeden çıkması gerektiğini düşünenlerin oranı yüzde 7 iken, yüzde 36 ise sözleşmede kalınması gerektiğinden yana. Yüzde 58 ise konu hakkında fikri olmadığını belirtmiş.
• Sözleşme erkekleri evden uzaklaştırıp ailelerin dağılmasına neden oluyor dediler.
Sözleşme şiddetin her durumda engellenmesi gerektiğini hatırlatıyor. Erkekler değil, şiddet uygulayan erkekler, gerekli görülmesi durumunda evden uzaklaştırılmaktadır. Kısaca; İstanbul Sözleşmesi, kadınların, çocukların temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan ve şiddet mağdurlarının korunması, rehabilitasyonu ve bir daha aynı şiddet vakalarının yaşanmaması için topyekûn bir birlikteliği öngören, herkesin yaşama hakkının teminatıdır. Hukuki kazanımlarımızın bir gecede yok edilebileceğinin sanılması çok büyük yanılgıdır.
Sözleşmenin, Cumhurbaşkanı kararı ile ortadan kaldırılamayacağı, Anayasa’nın 104. maddesinin açık hükmüdür. TBMM’nin yani milletin iradesini yok sayarak Anayasa’nın 87. ve 90. maddelerine aykırı şekilde sözleşmeden çekilme kararının Anayasa’da temeli yoktur. İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir; uygulanmaya devam edecektir. Bu nedenle, öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni iradesine sahip çıkmak üzere göreve; siyasal iradeyi de hukuki tüm ilke ve kurallara uymaya davet ediyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmemiz mümkün değildir. Anayasa’ya aykırı bu girişime karşı mücadelemizi sürdüreceğimizi belirtiyor, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik bu girişim karşısında toplumumuzun her kesimini bu mücadeleye destek vermeye ve dayanışmaya çağırıyoruz ve en yüksek perdeden sesleniyoruz: Karar alıcılar ve uygulayıcılar! Kendinizi sevimsiz kitlelere sevimli gösterme çabasından vazgeçin. Günü geldiğinde çalacağınız kapının ocağını tüttüren biz kadınların emeği olacaktır.
KADININ BEYANI ESASTIR! HALKIN BEYANI ESASTIR! KARARI GERİ ÇEK, SÖZLEŞMEYİ UYGULA!”